30 Kasım 2011 Çarşamba

'ayaz'

Ayrılmasın sevgililer diye mi böyle ayaz var bu gece?
Belki Bitmesin nice aşklar diye..
Bana sorarsan sevgilim, bir aşk bitmiş ne yazar.
Ben öyle alıştım ki her şeyin bir olmasına.
Hayat bir oyun gibi, zamandan geri saydığımız bir oyun…
Yalnızca tüketmek sanki artık amaç.
Tüketmek… Zamanı, aşkı, sevgiyi, hayalleri…
Ömrü tüketmek…
Bir canımız var, harca harca bitmez.
Üstüne bas, yukarı çık ve daha yukarı ve daha…
Bana sorarsan sevgilim, neyi değiştirir zirvede olmak
Ya da dipsiz bir kuyuda hala alçalıyor olmak.
‘irtifa kaybediyoruz’
‘kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor’ demişti yazar.
Bense doğduğumdan beri irtifa kaybetmekte olan ve hiçbir kelimeyi yerli yerinde kullanamayan bir şair müsveddesiyim.
‘bu kadar acımasız olma kendine karşı, bırak artık kendinle savaşı’ demiştim ben de.
Oysa varoluş amacıymış bizim gibilerin, kendiyle kavga
Ben griler kattım bu çelik mavime
Baktım güneş doğudan doğmuyor bana
Gökyüzüm de mavi olsun istemedim.
Hem zaten epey oluyor azaldı gündüzlerim
Sen soğuğu boş ver sevgilim,
eskişehrin ayazına inat, gel bu aşkı bitirelim.
                                                                            c.ö.



29 Kasım 2011 Salı

köşe yazısı tadında- hayata dair





son yirmi dört saatimin yalnızca iki saatini dışarda geçirmeme rağmen unutamayacağım dersler öğrendim bugün, hem de yalnızca o iki saat içersinde…
‘kimse kimseyi düşünmüyor ülkemde’ sözünün kanıtını koskoca yetmiş dört milyon nüfuslu, sekiz yüz on dört bin kilometrekare alana sahip Türkiyemin değişik yerlerinde aramaya gerek yokmuş. En küçük birimden en büyüğüne herkes yalnızca kendini düşünüyormuş. İnsan mesleki anlamda hangi pozisyonda olursa olsun bir üstünden korkuyormuş, o da bir üstünden tabii.
Haa bir de prosedür var tabii. Şöyle uygulanırmış, böyle yapılırmış falan filan… bana kalırsa minare-kılıf ilişkisinden başka bir şey değil.
Bir dizi vardı hatırlar mısınız bilmem, adı Hayat Bilgisi. Ve baş karakter Afet Hoca. Pardon öğretmen diyecektim. Neyse mesleği ve öğrencileri uğruna elinden geleni yapar, çoğu zaman otoriteyi hiçe sayarak doğru bildiğini uygulardı. İmrenirdim ve etrafımdaki herkesin de öyle olmasını hayal ederdim. Oysa şimdi daha iyi anlıyorum dizi başlamadan önce ekranda yazan “bu dizideki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür, gerçekle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur.” cümlesinin ne demek olduğunu.
Neyse konumuza dönelim. Yaşadığım şey ‘vay efendim güvendiğim dağlara kar yağdı’, ‘vay efendim dünyam yıkıldı’ durumlarıyla hiç ilgisi olmayan ufacık bir olaydır. Fakat saniyeler içinde özelden genele giderek bir sürü şeyi anlamlandırmamı sağlamıştır. Evet, şimdi daha iyi anlıyorum ya da daha iyi anlayamıyorum mu demeliydim, buyurun siz karar verin.
Efendim bilenler bilir, ben kendi çapımda bir voleybolcuyum ve iyi kötü on bir yıldır bu işi yapıyorum profesyonel olmasa da. Manevi anlamda bana kazandırdıklarını saymakla bitiremem. İşin maddi kısmına geçersek, öğrenci harçlığı denilebilecek bir miktar kazanıyoruz çok şükür. Fakat verdiğimiz emeğin karşılığı mı diye sorarsanız tek bir kelimeyle yanıtlarım sorunuzu; ‘asla’. Acınacak durumda değiliz tabii fakat durum böyleyken bende dedim bir talepte bulunayım, en azından bir tarafımız toparlansın. Takım için spor ayakkabı talebinde bulundum. Gel zaman git zaman sayın yöneticimizle iletişim halinde kalarak bu isteğimi sıkça dile getirdim. Bir dipnot: alınacak ayakkabılar kulübe ait olacak sezon başında dağıtılıp sezon sonunda toplanılacaktı. Tahmin edeceğiniz üzere talebimiz ertelendi ertelendi. Aldığımız son galibiyet sonrası sağ olsun bir gazeteci arkadaş maç haberinin yanı başına bir paragraf sıkıştırmış, içinde ‘takımın malzeme eksiği var’ cümlesi geçen. Eyvahlar olsun! Uzun zamandır talebimizi erteleyen sayın yöneticimizin gözüne sokulmuş gazetedeki haber, yöneticimizin bir üst pozisyonundaki sevgili saygıdeğer insan tarafından. Akabinde söylenen ‘yok malzeme falan’ cümlesinden hiç bahsetmiyorum tabii. Velhasıl, bu haberi okuyan kimi gördüysem korku cümleciklerini oradan oraya savuşturuyor. ‘kapatılması tek bir lafına bağlı’, ‘çok kötü olmuş bu haberin çıkması’, ‘inşallah denk gelmezler’ vesaire vesaire… Haber yaptırma fikrinin ortaya çıkmasına ait büyük pay bana ait olduğundan mütevellit ayağımı denk almam gerekiyor tabii. ‘korku cumhuriyeti’ demeyin kardeşim sağda solda, uzaklara gitmeyin, işte hemen burada ‘korku bilmem nesi’.
Biraz da kırıldım galiba. Takım arkadaşlarımdan iyi veya kötü herhangi bir tepki gelmemesine kırıldım. Bu sessiz kalış şaşırtmakla birlikte biraz da kırdı işte. Dank etti denir ya, öyle oldu sanki. ‘Kimse kimseye sahip çıkmıyor’ demeyin kardeşim. Yetmiş dört milyon nüfus içinde kim kime sahip çıksın, şurda on kişi bile sessiz kalırken.
Şimdi bu öğrendiğimi nasıl kullanmalı? Yıllarca duyup da karşı çıktığım ‘ sen kendi hayatına bak, başkası seni umursuyor mu ki sen başkalarını umursayasın’ cümlesinin doğru olduğuna inanıp da korku cumhuriyetinin bir parçası mı olmalı yoksa uğruna savaş verilen değerlerin uğrunda savaş vermenin gerçekten zor ve engellerle dolu olduğu sonucuna varılarak daha güçlenip tekrar yola mı çıkılmalı? Karar sizin. Yalnız benden bir tavsiye; eğer ilk şıkkı seçtiyseniz uygularken öbürünü seçmiş gibi görünmeyin. Yani bir parçasıysanız korku cumhuriyetinin siz de, doğru bildiklerinizi yapmaktansa ‘aman bana bir şey olmasın’ diye oturduğunuz yerde oturuyorsanız sadece oturun kardeşim, sağda solda kulis yapmayın, şikayet etmeyin. Yalnızca konuşmakla hiçbir şey elde edilmiyor.
Ben mi? İlk şık tabii ki, ben de korkuyorum (!) bu yüzdendir bu son notu yazmadan geçemeyeceğim.
NOT: bu yazıdaki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür, gerçekle uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur.


yeniden baslat