5 Aralık 2013 Perşembe

'kendi çölünde kaybolanların hikayesi'miş

     İlk bölümleri yayınlanırken henüz, birçok kişi gibi tonlarca dırdır ettim izleyenlerine. Sonradan da hayret ettim izlemeyenlere.
 
    Dünyanın herhangi bir yerinde, bi' İsmail ağbi olduğuna inansam, bırakırım her şeyi, düşerim peşine.     Ömrüm boyunca etkisinden kurtulamayacağımı tahmin ettiğim, sorsan aslında kurtulmak da istemediğim dizi.

Yavuz'un palyaço 'su  dokunur hepimizin göz kapaklarına.

    -bitmedi yazacağım daha, yazmazsam ağlayacağım çünkü..
    -biraz birazdım her şeyden..
    -bir devrim sessizce olmalı mesela..
    -herkes alçaktır biraz..
    -aslında hepimiz eksilirmişiz biraz..
    -her şey plastikmiş biraz..

İsmail ağbi'nin 'gitmek üzerine'si...

     -sanki böyle buram çok acıyo gibi oldu şimdi, bu acı geçiyo mu?
     -ama ben güçlü olmak istemiyom ki..
     -gitsin ya, ama böyle yürüsün gitsin ya. gitmeyince de olmuyo, geliyo yine olmuyo der Mecnun.

Ben de evde televizyona sarılırım salyasümük, İsmail ağbi niyetine. Bir yudum alırım rakımdan tüm gidenlerin şerefine. Tüm söylenmemişler gelir yerleşir zihnime. 'Seversen severim'cilerden  uzaklaşırım bir nebze.

En çok da küçük harfli olmaları iyi gelir bana. Sıradan insanların zengin ve cesur avuçlarına saklanırım. Bazen bir sahne yuva olur, oraya sığınırım.


                                                                                                 









'Marangoz olsaydım', derim ben de. 'İnsan olsaydım', diye eşlik ederim Yavuz'a, 'yalan söylemezdim'...
Gerçek dünyanın sivrilmiş uçları batar kirpiklerime. Kendimden bilirim, alçak ve yalancıdır insanlar. İhanet gibi oldu böyle söyleyince. Bilmiyorum ama. Yalan niye? Karşılıklı mı yaşanır her şey? Duyamaz mıyız denizin fısıltısını? Hırslar, oyunlar mı sarmış her yanı?


Ben bu oyunu bozamadım.
Göğe de bakamadım. Çoğu kez vaybe deyip kaldım. Dönmeyeceğim bir yer lazım başka türlüsü güç.

Kimbilir. Belki bir gün izin veririm yoluma kuş konmasına.
Bir bölüm daha izlenmez mi şimdi tüm bunların hatrına.


   
 

16 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Yeni Türkü hikayesi

Ben senin yanında hiç kendim gibi olamadım ki. Beni sevmezsin diye korktum. Deli doluluğumu görmedin, hazır cevaplığımı bilmedin, çekilmez hallerimle tanışmadın. Bu yüzden dümdüzdü her şey. Tartışacak bir konumuz dahi olmadı, ne acı. Korktum işte beni sevmezsin diye. Kendim olmadım, senin istediğin gibi olmaya da çalışmadım. Sen de beni sevmedin zaten, bir şey de istemedin. Eskişehir - Ankara yolu gibiydik, dümdüz ve sıkıcı. En başından söylemeliydim sana bu şarkıyı... İstersen hiç başlamasın, bu hikaye eksik kalsın... Fakat insan sevince böyle şeyleri akıl edemiyor tabii. Hele bir de uzun süreden sonra ilk kez geliyorsa aklına uyurken üşümesin diye birinin üstünü örtmek, tek bir şarkı söylenebiliyor elbet. Aşk yeniden, bir masal gibi gülümserken ...

Artık seni her düşündüğümde ya da her gördüğümde Oğuz Atay düşüyor aklıma birkaç cümlesiyle; 'Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar oynamak istemiyorum albayım.'
Sen, hayatları oyun bahçesi sanan ve bahçe bahçe dolaşan, masumiyetini yitirmiş küçük bir çocuktun gözümde. Ancak küçük ve tehlikeli oyunlar cezbediyordu seni. Ve bir müddet daha kalmanı sağlıyordu belki. Bense istemiyordum küçük oyunlar oynamayı, apaçıktı sana gelişim. Sevgiyle gelmiştim. Yine de, henüz gelirken biliyordum bu 'dümdüz'lükten çabucak sıkılacağını, kendine yeni oyunlar ve alanlar arayacağını. Bu durum gerçekleştiğinde de hiç şaşırmadım, yalnız bir konuda yanıldım. Masumiyetini yitirmiş de olsan, çocuktun gözümde. Giderken veda eder ve neşeli bir hoşçakal şarkısı söylersin sanmıştım. Meğer korkak bir yetişkinmişsin sen de.

Gidişin hüzünden ziyade şaşkınlık yaratmıştı bünyemde, giderken herhangi bir haber vermeyişinse kocaman bir güvensizlik -insanlar sessiz sedasız mı giderlerdi hep- Sana inanmış olmamın bedeli açıkça ortadaydı, bir daha kimseye inanamamak. Bana güven... diyor Candan, her gün başka bir tanıdık yüzün ardından.

Gittiğin iyi oldu belki, zira küçük oyunlar oynamak istemiyordum.
Yine de, bazen dalgalanıyor içim, ah davranabilseydim, beni yakıp da gidemezdin...

10 Kasım 2013 Pazar

Bir gün bekleme. O gün geleceğim.

...
Bir masa, şaraba kendini adam sandıranın adıyla.
Etrafında dört kişi, ikisi belli, ikisi tesadüf eseri.
Fonda dert yanan zat-ı muhterem, pek içli.
Akşam olunca ağlarmış meğer gizli gizli.
...

6 Ağustos 2013 Salı

Olmayınca Sen

Sen olmayınca dönüşüyor her şey.
Huysuz oluyorum ve çirkin.
Parklar boşalıyor. Kimse direnmiyor.
Oysa yaşamak için direnmek lazım.

En sevdiğim dizi final sahnesini oynuyor.
Çok hüzünlü bir şarkı çalıyor.
'Giden dönmez' diye haykırıyor.
Oysa yaşamak için bazen dönmek lazım.

Görmüyor musun, boşalıyor sokaklar
Ve yalnızlaşıyor insanlar.

Gel sen, karış benim yalnızlığıma.
Bir rüya resmedelim,
Mezar taşımıza o kazınsın yalnızca.


5 Ağustos 2013 Pazartesi

Dengesiz Terazi

Kelime bitti çocuk, uyan!
Kelime bitti, diyecek söz yok.
Bitti duygular, utançtan başkası yok.
Uyuma çocuk, bugün uyumak da yok!

Bir teröristsin sen de artık, bir mahpus
Bedeninin ehemmiyeti yok,
       Yüreğin parmaklıklar ardında.

Korkuyorsun, biliyorum. Korkma!
Dememiş mi senin mavi gözlün zamanında
      'Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak
              nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa'

Ve bir çocuk, yaşından önce büyümüş tok sesiyle;
      Korkuyorum usta, korktuğumdan utanıyorum sonra
      Kimse için ölememekten de utanıyorum
      Şuncacık yaşım yetmez acımı anlatmaya
      Şaraba düştüm bu yaşta, olamadım sarhoş
      Bir demlik çay içtim dinmedi kederim
      Yaşımca yürümüş hissediyorum önümdeki karanlığa

Erken gitmenin kederini duymamak mümkün değil elbet,
Yine de geç kalmışlığın acısı diye tutturdu bu velet

Ve biliyorum aşka seslenilmez bugün
Sevdaya yazılmaz. Tertemiz ağlanamaz
Yolundan şaşmış teraziyle bir gün dahi yaşanmaz.

Ve bir usta ölümün yakınlarında;
      Sen korkma çocuk, sen ağla...
      Sen temizleyeceksin kirlenmiş umutları, tertemiz gözyaşlarınla
      Koyacaksın elini taşın altına
      Birileri için ölecek ve birileri için yaşayacaksın inatla

      Desinler deli, desinler vatan haini
      Seninle yolunu bulacak bu terazi.







21 Temmuz 2013 Pazar

Saçma

Seni sevmiyorum. Yine de gitmiyorsun aklımdan. Biliyorum, seni sevmiyorum. Ve ikiye bölmedik hiçbir şeyi. Çorba içmedik aynı tastan. Git aklımdan.
 Aynı şişenin dibini bulmadık hiçbir zaman. Çok saçma. Düşünüyorum durmadan. Çok saçma. Sevmiyorum ki ben seni. Hatta seninleyken de sevmedim. Hangi şarkıyı seversin bilmem, bilmek de istemem. Çok saçma, yaşamadıklarımıza gidiyor aklım. Sen de biliyorsun seni hiçbir zaman sevmediğimi ve asla sevmeyeceğimi. Bu yüzden gitmedin mi zaten?
Çocuktum, sonra büyüdüm birden, sen giderken...
Sessizdim, sen gürültülüydün her zaman. Ama önemli değil, hem de saçma.Çok saçma. Seni sevmiyorum işte.
Rica ederim çık fikrimden.

12 Haziran 2013 Çarşamba

#direngeziparkı #direntaksim

Gözlerini kapadı ve bir aşk başladı.
Kitlesel bir aşktı.
    Oysa tüm kitlesel yargılara karşıydı.

Sevmek için acıtılmayı bekliyorduk.
    Oysa bunu biz bile bilmiyorduk.

Bir sabah şafak vaktiydi.
O bir sabah çok yandı canım.
    İşte o zaman sevmeye başladım.
Taksim'de filizlendi aşkım.
    Ve sonra tüm Türkiye'ye yayıldım.

Biz aşkı hiç böyle sanmamıştık.
Milletçe bambaşka bir duygu tattık.
İlk defa özgürlüğümüze sahip çıktık.
 
    Bir Cimbomlu bir Fenerliye aşıktı.
    Ve bir Kürt bir Türk'e sarıldı.
    Ve Alevilerle Sünniler kolkolaydı.

Başlarda inanamadık,hatta rüya sandık.
Rüya olmadığını kanıtlayan her şey bir bir tesir ediyordu hayatımıza.
Gaz bombaları, birilerinin eli sopalı adamları, hiç utanmadan konuşan yalancıları...
Oysa rüyalarda yalancılar rol almazdı.

O zaman gözünü açtı.
Bu birliktelikte var olan şey, insan olmanın dışındaki nitelikleri  umursamadan,
ayrım olmadan,
özgürlük içinde yaşamak aşkıydı.
Ve Nihayet! Halk gücünün farkına varmıştı.


                                                                                          c.ö.



26 Mayıs 2013 Pazar

Bir Korku ve Bir Kendi

     Şimdi oldu işte. Şimdi ben oldum. Canım acıdı, ben acımadım kendime. Koştum, kendimi buldum. Bedenimi bırakıp bir yerlerde, ruhumdan saklanmıştım. 'Yeni bir evren keşfettim' dedim.  'Bre zındıklar, bakın burada ne var!'
    
     Hiçbir şey yoktu oysa ve hiç kimse. Sessiz sedasız... Kullanıp atılmış hayatlar arasında gezindim durdum. Ağlayan insanlar vardı ve daha çok ağlayanlar, dönemedikleri mazileri için ağlıyorlardı. Yaşamadan hiç, yaşlanmışlardı. Hepsi birbirinin her şeyi olmuştu önce ve hiçbir şeyi sonra. Eşlerin değiştiği oyunlar oynamışlardı tüm hayatları boyunca. Hepsi birbirinin her şeyi olmuştu önce ve hiçbir şeyi sonra.

    Sordum: 'Neden ağlıyorsun?' Duyulmadı sesim. Sonsuzluğun duvarlarına çarptı, yankılandı ama hiç duyulmadı. Delirmiş gibiydi biri. Konuşuyordu. Durmadan. Soluklanmadan. Her çığlığı eziyordu önüne çıkan. Bekledim. Boşluğa konuşuyor fakat birine anlatıyor gibiydi. Kulak verdim. Başını iki elinin arasına almış sızlanıp duruyordu; 'Keşkelerim' , sesler yükseldi bir anda. Biraz ileride toplanmış bir koro, son bir şarkı söylüyor gibiydi. 'Keşkelerim, ben pişmanlığın vücut bulmuş haliyim. Ve keşkelerim...'

     Şimdi oldu işte. Şimdi ben oldum. Hiç korkmuyorum. Bildiğim bir şey var, bugün varım yarın yokum. Sakin bir ıslıkla tüm korkularımı savuşturdum.

     İşte şimdi yaşıyorum. 

                                 
                                                                                        C.Ö.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Ertele'me

     İşte benim korkum. Yine, yeniden başa dönmek üzreyim, bir yenilgiyi kabullenmek üzere...

     Başarılı olduğum hiçbir işi ertelemedim, ertelediğim hiçbir işte başarılı olamadım. "Zamanında denemezsen çocuk yapmayı, tohuma kaçarsın. Mevsiminde ekmezsen fidanı, meyve vermez Yaratan. Her şeyin bir zamanı var. Doğru zaman, tutkuyla istediğin işte 'o' an." derdi rahmetli. Hakkı da varmış. 'O' anın dokusuyla uyuşmuyor ertelenen duygular.

     Hele ki mehtap gibi yoğunsa,
     Yıllardır beklediğin tren gelmiş, durmuşsa senin istasyonunda,
     Elmas gibi kıymetli sorular varsa aklında,
     Mavi bir merak yüreğine oturmuşsa,
     Bir kadeh de senin için içiyorsa,

    Zamanıdır tam da!

Yazılacak şey çok. Beklemeye vakit yok.



                                                                            C.Ö.

21 Mayıs 2013 Salı

Rüya

-Kopkoyu bir geceden...

     Ben istemiştim ki konuşmayalım, konuşmadan anlaşalım. Bir balık olsun ortada, iki kadeh beyaz şarap iki yanında. Ben istemiştim ki şaraplarımızı yudumlarken bakışalım, birbirimizin ruhuna karışalım. Oyuncaklarımızı paylaşalım. Bildiğimiz tüm yolları arşınlayalım, bilmediklerimizde kaybolalım.

-Gürültülü bir geceden...

     Ben istemiştim ki hiç kimse konuşmasın, elden ele Cemal Süreya'nın kitabı dolaşsın, adı da 'Üstü Kalsın'. Yanlış mı anlatmışım, bütün dünya konuşmaya başladı bir anda. Aradan  birkaç kelime seçebildim ancak; 'dur', 'ara', 'yanlış',  'oyun'... Anlamlandıramadığım birkaç kelime... Bir ihtimal daha; anlamlandırmak istemediğim. Çünkü beklediğim yalnızca sendin.

     İstemiştim ki sen sustur herkesi ve bir beni dinle, yalnız benim sessizliğimi. Bir yudum alalım ve gamzelerinde mutlu olalım.

     Ben istemiştim ki...

     Ben inanmayı istemiştim. Hiç şarap içmedik. Sen bozdun sessizliği. Sen konuştun önce ve sonra herkes.  Hiç kaybolamadık birlikte ve hiç Cemal Süreya okuyamadık.

    Daha önceden çizilmiş yollar vardı etrafımızda, bir de keşfedilecek olanlar aşkla. İşte bir yol ayrımı daha en başta. Ben elini tuttum, sen bıraktın. Ben 'senin için' dedim, sen kendin için olduğunu söyledin. Öyleyse ayrılacaktı yollarımız. Önce dayanamam sandım. 'Gitme' dedim, gitme diye senleştim. Ama olmazdı böyle, bana göre değildi limitler, sudan sebepler. Ardarda gelen iki ihtimal vardı benim için; Kışın ortasında avucuma konan kelebek sandım seni, sardım sarmaladım yaşayasın diye. Birlikte yaşayalım diye minik bir yuva yaptım.  Üç günlük ömürmüş, umursamadım. Kelebek oldum seninle. Sonra... Sonra göç ettin benim olduğum yerden (ki kelebekler göç eder mi bilmem) Seninle geldim, denedim. Sen oralı bile değildin. 'Madem öyle' dedim, 'uç sen kelebek, uç git'

     Ve uyandım sonra. Tatlı bir heyecan, mis kokulu bir rüyaymış meğer. Baktım, penceremde kelebek yoktu. Oturdum bir yazı yazdım, hiç gelmeyen bir kelebeğin gidişine dair.

     'Hoşçakal kelebek' dedim, 'hoşçakal, hayatımın yalnızca iki sayfası senin.'



                                                                                                 C.Ö.

7 Nisan 2013 Pazar

Mesela


Sana yazıyorum. Seni büyütmek için, seni, sana yazıyorum.  Aşkı simgeleyen bir çınar solumda, güçlü, büyük ve yenilmez. Önümde gece boyu ışıklar, yolları simgeleyen, karanlığa inatlar. Siyahla mavinin birbirine sarıldığı uçsuz bir deniz, sonsuz hüznü ve sonsuz mutluluğu hissettiren. Sonu gelmemiş sigaralarla dolu bir tabla, yarım kalmışlıklar adına.
Mesela çınarın gölgesinde seninle ben, çok güçlü ya da güçsüzlüklerimizle mutlu… Mesela ışıkların üzerinde sonsuz bir sona doğru…  Mesela mavime siyahını kattığında… Mesela sigaraların bile bambaşka koktuğu…

28 Mart 2013 Perşembe

İki



İkiydi ritüelim.
iki kişi var ‘affet’ demek istediğim .
İki kadındık mahcup yüzlerimizle, bu  küçük evde.
İki adamı çok sevdim hayatım boyunca.
Onlar gittikten sonra öğrendim, tek başıma iki kişi olmayı.
Yalnız iki kelime oluşturdu, tüm cümlelerimi.
Ve hiçbir zaman sahiplenemedim, Tanrı’nın verdiği iki elimi.
‘İki gözüm gitme’ dedim,
Gidersen iki dünyada da yakanda olacak elim.

                                                                                                              C.Ö

Yap-Boz


Derim ki bazı şeyler bilinçli yapılmıştır. Derim ki bazı tesadüfler boş hayatlarımızı anlamlandırmak için,
anlamsız üstümüze alınmalarımızdır.
Küçükten öğrendik yap-boz'un ne olduğunu. Yaptık, bozduk, yaptık, bozduk, yaptık...En mutlu anımızdı ayrı parçaların
birbirine tutunması, bir bütünmüş gibi davranması. Belki bundandır, herkes yarım kalan her şeyi kendi parçası sandı.

Ben de küçüktüm. Ben yaptım, sonra da bir güzel ben bozdum. Şimdi bakıyorum her bir parçaya, uzaklardan. Her parça 
bir daha bozulmuş ve gitmiş bambaşka yönlere.. Dağılmış.. Meğer bunlar hayatımın parçalarıymış.. Toplasam diyorum, 
'yap'maya yelteniyorum.. Olmuyor, yerlerini bulamıyorum. Elime gelen yarı yolda kalmışlık yalnızca..

Bir ufak yazı ilişiyor gözüme, soğuksuzken örülen atkıdan bahsediyor, buz gibi oluyor o atkıyı ören eller..
 Hayat bu ya, bir de şarkı çalıyor arkada.. Tesadüflerden bahsediyor yaşlı, ton ton bir amca.

Derim ki bazı şeyler bilinçli yapılmıştır. Derim ki bazı tesadüfler boş hayatlarımızı anlamlandırmak için,
anlamsız üstümüze alınmalarımızdır. Fakat anlamadığım bir şey var, bu tesadüfler, parçaları kaybolmuş yapbozumu
 hatırlatmak için neden bu kadar uğraşır?
 
                                                                                                C.Ö

29 Ocak 2013 Salı

Bendeki Sen

Ben seni usul usul severim.
     Sen hiç bilmezsin.
Ben seni satırlarımın arasına iliştiririm.
     Sen hiç duymazsın.
En sevdiğim sahnelerde izlerim.
     Görmezsin.

Ben seni derslerde öğrendim.
Senden kaçtım, sana yakalandım.
Önüme düştü yağmur damlaları,
Takıldım, sana yuvarlandım.

Tam kavuştum derken, yokluğuna bakakaldım.


                              C.Ö.

28 Ocak 2013 Pazartesi

Uyarıyorum

...............

Şimdilik her şey iyi görünüyor. Çünkü şimdilik tüketmek yetiyor. Arkadaşları, aşkları, son model telefonları ve arabaları.. Gidenleri umursamıyorsun. Gelen gideni aratmayacak sanıyorsun. Keyfin yerinde. Şimdilik her şey harika görünüyor.
................

Bir süre daha böyle devam edecek. Sen de 'sanmaya' devam edeceksin. Her şeyin iyi olduğuna inanmaya.
 Ta ki seninle olan herkesi ve her şeyi tüketene dek. Hesapsızca harcadığın arkadaşlıkların, umursamadığın aşkların... Farkında değilsin, tükenecekler. O zaman yalnızlık başlayacak, önce korkacaksın. Elini-kolunu koyacak yer bulamayacak, söylemek istediklerini bir bir geri yutacaksın. Elin telefona gidecek, numaralar ve isimler arasında dolanacak gözlerin. Sonra kaybolacaksın. Elinde telefon, aklın tükettiklerinde, nefesin vücudunu terk etmek üzere... Kaskatı kesileceksin. Baktın ki çözüm yok, yalnızlığa alışmaya çalışacaksın. Hayatını üzerine kurduğun tüm taşlar yerinden oynayacak, dengeyi sağlayamazsan eğer, tüm hayatın üzerine yıkılacak. Ve her taş için karanlıklar boyu uğraşacaksın. Ancak ondan sonra taşlar yerli yerine oturacak, yani sen öyle sanacaksın. Geceleri kendi kendine söylediğin "yalnızlık daha iyi..." diye başlayan cümleleri, gündüzleri başkalarına anlatacaksın. "Güçlüyüm" nidaları atacak ve buna inanmak için göğe yalvaracaksın. Kendi kendine yettiğini düşüneceksin. Çünkü aslında yalnızlaştığında derinliğin kaybolacak,  sığ ve karanlık bir kuyu olacak günlerin. Sen, bir avuç kum, bir sığ kuyuyu doldurup kendinle, mutlu mutlu yaşayacaksın. Yani sen öyle sanacaksın. Ta ki en son kalabalık olduğun, bir ağız dolusu güldüğün anı hatırlatacak o 'şey'e kadar.

İşte o zaman, o 'şey' geldiğinde, gerçekten yalnızlaşacaksın ve gerçekten kabulleneceksin de. Özlemek olmayacak, hiçbir şey hissedemeyeceksin. Bir makine gibi yaşayacaksın zamanı. Raf ürünlerinden bir tanesi, son kullanma tarihin gelsin diye dua edeceksin. Hiç doymayacaksın,  hiç acıkmayacaksın da. Hiç üzülmeyecek fakat hiç sevinmeyeceksin de...

Geri dönmeyi çok isteyecek, sonra ne kadar nafile bir istek olduğunu fark ederek ondan da vazgeçeceksin.

Eğer böyle tüketmeye devam edersen, çok değil beş yıl sonra bunlar olacak hayatında.

Daha fazla tüketme, zorunda değilsin! Sahip çıkarsan hiç kaybetmezsin.


                                                                                                                        C.Ö.


yeniden baslat