10 Temmuz 2019 Çarşamba

Unutma(ma)K

'Zaman yok, geçerken bana uğrasan ama soru sormasan'...
Zaman yok.
Unutmaya zaman yok.
Hatırlamaya hiç yok.

Unutmak nankörlük, unutmamaksa lanet üzerimize salınan.
Unutmanın faydası hatırladığın ana kadar unuttuğun andan.
Unutmamanın bir faydası var mı bilmem?
Unutmamaya zaman var mı? Onu hiç bilmem.
Ama biri gitti bugün, onu hatırlamayı hiç unutmam.
Kalmak isteyerek gitti.
'Vurmayın, öldüm' diye diye gitti.
'Vurmayın' dedikten sonra virgül kadar duraklayamadan gitti.

Kendimi alıkoyamıyorum Cemal Süreya'dan;

Dört buçuk milyar yıllık dünyada;

"Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu namussuz bir çağ bu"

Zaman Yok - Son Feci Bisiklet

11 Haziran 2019 Salı

İhanet

Bu yaşam, ömre ihanet.

Doğduğun andan bu kadar uzaklaşman, artık hiç ağlamaman..
Öleceğini bile bile toprağa yaklaşmaman..
Biteceğini bile bile sevdiklerinden uzak kalman..
Hiçbir anlamı olmadığını bildiğin halde,
           istemediğin zamanlarda istemediğin şeyleri yapmak zorunda olman..
İhtiyacın olmadığı halde her yeri eşyayla doldurman..
İhtiyacın olduğu halde derdini kimseye anlatmaman..
İstemene rağmen sarılmaman..
Sevmekten korkman..
Hastalıktan korkman ama iyileşmek için hiçbir şey yapmaman..
İstemesen de istermiş gibi yapman..
Gündüz başka, gece başka biri olman..
Anlaşılmak istemen ama uğraşmaman..
Kim olduğunu, nerden gelip nereye gittiğini unutman..
Bedeninin olduğu yerden, ruhunu savman..

Hepsi aykırı, hepsi doğalından uzak...
Suyun akıp gitmek için bulduğu yolu değiştirmeye zorlamak...

İhanet.

Güçlü olmaya çalışman, zayıflıklarını saklaman.

İhanet.

27 Mayıs 2014 Salı

Bazı hikayeler anlatılmaz -1

Öksürüyordu adam. Oysa iki dudağının arasından çıkan nefesi değildi yalnızca. Bir pisliği atmaya çalışıyordu öksürürken. Belki günahlarından arınmaya çalışıyordu.

Gülümsüyordu kadın.

Hayatımda daha önce hiç görmemiştim böyle içten bir gülümseme. ‘Seni affettim’ dercesine, daha önce isyan ettiği her şeyi mahzun bir hüzünle kabullenircesine gülümsüyordu.

Adam ölümün sıradanlığına (eşitliğine) bir adım daha yaklaştıkça kadın daha çok affediyordu sanki.

Etraflarındaki her şey, herkes bir ‘an’da takılıp kalmış, donmuş şekilde duruyordu. Tırnaklarını yiyen incecik bir kız, sabahtan akşama dedikodu eden bir grup kadın, yanındaki genç adamla ağır ağır tartışmakta olan kelli felli İstanbul beyefendisi. Hepsi o ‘an’a takılı kalmışlardı.

Bir tek ben biliyordum olanları, bir tek ben hissedebiliyordum ortalıkta dolaşıp duran duygusuzlukları. Fark etmiyordu artık benim için insanların yaşamaları. Ya da gerçekten yaşamaları… Hayatlarının tamamına bulaşmış bir pislik içinde boğuluşları.

Sigara içmekten elleri sararmış, bıyıkları tel tel olmuş adamın öksürüğüyle dünyayı sonsuz sükûnetle kabullenen kadının tebessümü arasındaki sessiz diyalog her şeyden daha samimi geliyordu artık bana. İki insan vardı dünyamda ve iki duygu yalnızca.

Kabullenme ve arınma.




5 Aralık 2013 Perşembe

'kendi çölünde kaybolanların hikayesi'miş

     İlk bölümleri yayınlanırken henüz, birçok kişi gibi tonlarca dırdır ettim izleyenlerine. Sonradan da hayret ettim izlemeyenlere.
 
    Dünyanın herhangi bir yerinde, bi' İsmail ağbi olduğuna inansam, bırakırım her şeyi, düşerim peşine.     Ömrüm boyunca etkisinden kurtulamayacağımı tahmin ettiğim, sorsan aslında kurtulmak da istemediğim dizi.

Yavuz'un palyaço 'su  dokunur hepimizin göz kapaklarına.

    -bitmedi yazacağım daha, yazmazsam ağlayacağım çünkü..
    -biraz birazdım her şeyden..
    -bir devrim sessizce olmalı mesela..
    -herkes alçaktır biraz..
    -aslında hepimiz eksilirmişiz biraz..
    -her şey plastikmiş biraz..

İsmail ağbi'nin 'gitmek üzerine'si...

     -sanki böyle buram çok acıyo gibi oldu şimdi, bu acı geçiyo mu?
     -ama ben güçlü olmak istemiyom ki..
     -gitsin ya, ama böyle yürüsün gitsin ya. gitmeyince de olmuyo, geliyo yine olmuyo der Mecnun.

Ben de evde televizyona sarılırım salyasümük, İsmail ağbi niyetine. Bir yudum alırım rakımdan tüm gidenlerin şerefine. Tüm söylenmemişler gelir yerleşir zihnime. 'Seversen severim'cilerden  uzaklaşırım bir nebze.

En çok da küçük harfli olmaları iyi gelir bana. Sıradan insanların zengin ve cesur avuçlarına saklanırım. Bazen bir sahne yuva olur, oraya sığınırım.


                                                                                                 









'Marangoz olsaydım', derim ben de. 'İnsan olsaydım', diye eşlik ederim Yavuz'a, 'yalan söylemezdim'...
Gerçek dünyanın sivrilmiş uçları batar kirpiklerime. Kendimden bilirim, alçak ve yalancıdır insanlar. İhanet gibi oldu böyle söyleyince. Bilmiyorum ama. Yalan niye? Karşılıklı mı yaşanır her şey? Duyamaz mıyız denizin fısıltısını? Hırslar, oyunlar mı sarmış her yanı?


Ben bu oyunu bozamadım.
Göğe de bakamadım. Çoğu kez vaybe deyip kaldım. Dönmeyeceğim bir yer lazım başka türlüsü güç.

Kimbilir. Belki bir gün izin veririm yoluma kuş konmasına.
Bir bölüm daha izlenmez mi şimdi tüm bunların hatrına.


   
 

16 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Yeni Türkü hikayesi

Ben senin yanında hiç kendim gibi olamadım ki. Beni sevmezsin diye korktum. Deli doluluğumu görmedin, hazır cevaplığımı bilmedin, çekilmez hallerimle tanışmadın. Bu yüzden dümdüzdü her şey. Tartışacak bir konumuz dahi olmadı, ne acı. Korktum işte beni sevmezsin diye. Kendim olmadım, senin istediğin gibi olmaya da çalışmadım. Sen de beni sevmedin zaten, bir şey de istemedin. Eskişehir - Ankara yolu gibiydik, dümdüz ve sıkıcı. En başından söylemeliydim sana bu şarkıyı... İstersen hiç başlamasın, bu hikaye eksik kalsın... Fakat insan sevince böyle şeyleri akıl edemiyor tabii. Hele bir de uzun süreden sonra ilk kez geliyorsa aklına uyurken üşümesin diye birinin üstünü örtmek, tek bir şarkı söylenebiliyor elbet. Aşk yeniden, bir masal gibi gülümserken ...

Artık seni her düşündüğümde ya da her gördüğümde Oğuz Atay düşüyor aklıma birkaç cümlesiyle; 'Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan, bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar oynamak istemiyorum albayım.'
Sen, hayatları oyun bahçesi sanan ve bahçe bahçe dolaşan, masumiyetini yitirmiş küçük bir çocuktun gözümde. Ancak küçük ve tehlikeli oyunlar cezbediyordu seni. Ve bir müddet daha kalmanı sağlıyordu belki. Bense istemiyordum küçük oyunlar oynamayı, apaçıktı sana gelişim. Sevgiyle gelmiştim. Yine de, henüz gelirken biliyordum bu 'dümdüz'lükten çabucak sıkılacağını, kendine yeni oyunlar ve alanlar arayacağını. Bu durum gerçekleştiğinde de hiç şaşırmadım, yalnız bir konuda yanıldım. Masumiyetini yitirmiş de olsan, çocuktun gözümde. Giderken veda eder ve neşeli bir hoşçakal şarkısı söylersin sanmıştım. Meğer korkak bir yetişkinmişsin sen de.

Gidişin hüzünden ziyade şaşkınlık yaratmıştı bünyemde, giderken herhangi bir haber vermeyişinse kocaman bir güvensizlik -insanlar sessiz sedasız mı giderlerdi hep- Sana inanmış olmamın bedeli açıkça ortadaydı, bir daha kimseye inanamamak. Bana güven... diyor Candan, her gün başka bir tanıdık yüzün ardından.

Gittiğin iyi oldu belki, zira küçük oyunlar oynamak istemiyordum.
Yine de, bazen dalgalanıyor içim, ah davranabilseydim, beni yakıp da gidemezdin...

10 Kasım 2013 Pazar

Bir gün bekleme. O gün geleceğim.

...
Bir masa, şaraba kendini adam sandıranın adıyla.
Etrafında dört kişi, ikisi belli, ikisi tesadüf eseri.
Fonda dert yanan zat-ı muhterem, pek içli.
Akşam olunca ağlarmış meğer gizli gizli.
...

6 Ağustos 2013 Salı

Olmayınca Sen

Sen olmayınca dönüşüyor her şey.
Huysuz oluyorum ve çirkin.
Parklar boşalıyor. Kimse direnmiyor.
Oysa yaşamak için direnmek lazım.

En sevdiğim dizi final sahnesini oynuyor.
Çok hüzünlü bir şarkı çalıyor.
'Giden dönmez' diye haykırıyor.
Oysa yaşamak için bazen dönmek lazım.

Görmüyor musun, boşalıyor sokaklar
Ve yalnızlaşıyor insanlar.

Gel sen, karış benim yalnızlığıma.
Bir rüya resmedelim,
Mezar taşımıza o kazınsın yalnızca.


yeniden baslat