“Siktiğimin bokunu yerken ki sahip olduğunuz cesaret havaya
mı uçuyor iş söylemeye gelince? Büyük
dağların zirvesindeki ulaşılmaz egonuzu yaşarkenki yürekliliğiniz nerede?
Kodumun aşkını arıyor herkes, ararken sağa sola göz kırpıyor , sonra da orada
burada ahkâm kesiyor ‘gerçek aşk şöyle olur böyle yaşanır diye.”
Tam bir kaybolmuşluğun ortasındaydım. Oturduğum yer bana dar
geliyor, her yeri yıkmak istiyordum. Kalktım, bir tur attım. Birileriyle konuştum,
kim olduğunu bilmediğim, iyi gelir sandım, olmadı. Dayanamadım bir hışımla
kalktım. Ağzından aşk, sevgi cümlelerini bugüne kadar hiç duymadığım bir adam,
koştu geldi arkamdan. Daha da çok kayboldum.. Ve yok oldum.. ‘aşık olanlar’
yoktu. ‘çok değer verenler’ yoktu. Yalnızca iki gündür tanıdığım ve tatlı bir
sohbet paylaştığım bir adam vardı. Utandım. ‘neyin var’ dediğinde, ‘yok bir şey’
diyip çekip gittiğimden utandım. Bir açıklama yapmayıp tanımadığı biri için
yorulmasına sebep olduğum için utandım. Ona ‘yalnızca dolaşmaya çıktım’ diyerek
rahatlattım onu. Benimle birlikte bir kişinin daha rahatsız olmasına gerek
yoktu. Fakat arkamdan koşup bana
seslendiğinde, gördüğüm manzara aklıma kazındı silinmemecesine.. Oysa o
bilmiyordu ben o an kayboluyordum. En yakınımın yokluğunda ve tanımadığım
adamın varlığında kayboluyordum. Yürürken gözüm kapalıymış, bir korna sesiyle
uyandım. Uyandığımda şuursuzca yürüyordum arabaların üzerine .. Ya da onlar
bana doğru yol alıyordu son süratle.. Vücudumun her hücresi titriyordu otuz
derece sıcağa rağmen. Yürümek ve daha çok yürümek istiyordum.. Sonsuza doğru
yol almaktı niyetim. Derken…
Derken kendimi bir çay bahçesinde buldum. Huzurlu ve keyifli
sohbetlerin paylaşıldığı bir yeşillikte huzursuzluğu arıyordum. Sigarayı
köklüyordum acısını hissedeyim diye.. Ve bir sade Türk kahvesi istedim hayatın
tatsızlığına eşdeğer. Duyduğum kahkahalar canavarlar işe dolu bir evrene
düştüğüm hissini uyandırıyordu. ‘susun’ diye bağırmak istiyordum. ‘Susun!’ Ya
da sessizce fark edilmek istiyordum. ‘Zavallı’ diye nitelendirdiğim konuşmalara
dahil olmak için göz bebeklerine bakıyordum. Fakat kimse fark etmiyordu. Bir
ruhtum sanki sessizce yaşayan.
Olmuyordu. Burada da olmamıştı. Tüm sorgulamalarımdan
vazgeçmeyi, o acınası sohbetlere dahil edilmeyi delice isterken, bildiğim bütün
kelimeler, cümleler, sorular ve aptal yanıtları beynime üşüşüyordu.
Dayanamadım, kalktım. Gitmek istediğim bir yer yoktu fakat orada kalmak da
istemiyordum. Diğer tüm insanlar gibi çok işim varmışçasına yürümeye başladım.
Ve boş kalmasın diye ellerim yürürken, bir kitapla bir kalem taşıdım.
Korkmuyordum hiç kimseden ve hiçbir şeyden. Kirlenmek dışında… Kirlenmiştim ve
etrafımdakileri de kirletmiştim. Tüm hücrelerim titremeye devam ediyordu. O
kadar korkuyordum ki kirlenmişlikten… Tek başıma kalamayacak kadar..
Tanımadığım bir adamla konuşamayacak kadar.. Konuşursam çünkü altında bir şey
olurdu. O kadar kirlenmiştim ki tertemiz sohbet etmeyi unutuvermiştim. Daha
hızlı yürümek istiyordum ve daha hızlı. Bir an dursam yer ayağımın altından
kayıverecekti. Bir an dursam her şey yok olacak gibiydi. Hayatta en korktuğum
şey kirlenmekti oysa ki.. Yürüdüm. Yürüdüm…
Fark ettiğimde çok tanıdık olduğum fakat hiç tanımadığım
birinin yanındaydım. Onun yüzü iyi gelirdi bana. Ve bir de ‘neyin var’ demesi, ‘iyiyim
ben’ deyişimi kulak arkası edişi. Ellerim titriyordu, kirlenmiştim… Kim
temizleyecekti beni? Ya da ne? Veyahut nasıl? Kendime yetemeyecek kadar yalnızlaşmıştım
ve işin garibi bu yalnızlık hoşuma gidiyordu. Ve bir şarkı çalıyordu… ‘ömrümce
hep adım adım, her yerde seni…’ Nefesim sıkıştı bir an, bacaklarım güçsüzleşti.
Hissediyordum. Rakı iyi geliyordu. Rakı yudum yudum bana geliyordu. Soğuktan
değildi bu ürpermeler, iyi biliyordum Ama sorsalar neyi bildiğimi ben de
bilmiyordum.. Hoş, soracak kimsem de yoktu zaten. Tanımadıklarımdan başka…
Bu defa huzuru bulmuş gibiydim, sanat müziğinin tınısında..
Ve tanımadığım o adamda. Hiç konuşmadan anlayabilecekler olmalıydı etrafımda.
Tek kelime etmeden beni hissedenler. Sessizliği hiç sorun etmediğim… Çarşafın
altındaki bezelye tanesini mesele etmediğim…
Nasıl göründüğüm hiç
umrumda değildi, muhtemelen sokak paçavrası gibi görünüyordum fakat. Giyim ve
makyaja gereğinden fazla önem verecek kadar kirlenmiştim de. Bilmeden yorum
yapacak kadar cesur tavırlarım vardı, gereksiz. Kendime yalanlar söylüyordum.
Prensiplerim olduğunu, onları hiçbir şeye değişmeyeceğimi dikte edip
duruyordum. Ayakta kalmam için lazım olanlarla gerçekten yaşamam için lazım
olanlar arasında uçurum vardı. Bense o uçurumda sıkışıp kalmıştım. Hatta
yalnızca ayakta kalmam için lazım olanlara tutunacak kadar ucuzlamıştım.
İçimden geldiğinde sarılamaz olmuşken, ‘gerektiğinde’ içtenmişçesine
sarılabiliyordum. Ve sonra… Sonra sarılmak benim için çok özeldir diye atıp
tutuyordum Ve şarkı bitti… Çalan neydi?
-Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un…
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder