8 Temmuz 2012 Pazar

Kayboldum


“Siktiğimin bokunu yerken ki sahip olduğunuz cesaret havaya mı uçuyor iş söylemeye gelince?  Büyük dağların zirvesindeki ulaşılmaz egonuzu yaşarkenki yürekliliğiniz nerede? Kodumun aşkını arıyor herkes, ararken sağa sola göz kırpıyor , sonra da orada burada ahkâm kesiyor ‘gerçek aşk şöyle olur böyle yaşanır diye.”
Tam bir kaybolmuşluğun ortasındaydım. Oturduğum yer bana dar geliyor, her yeri yıkmak istiyordum. Kalktım, bir tur attım. Birileriyle konuştum, kim olduğunu bilmediğim, iyi gelir sandım, olmadı. Dayanamadım bir hışımla kalktım. Ağzından aşk, sevgi cümlelerini bugüne kadar hiç duymadığım bir adam, koştu geldi arkamdan. Daha da çok kayboldum.. Ve yok oldum.. ‘aşık olanlar’ yoktu. ‘çok değer verenler’ yoktu. Yalnızca iki gündür tanıdığım ve tatlı bir sohbet paylaştığım bir adam vardı. Utandım. ‘neyin var’ dediğinde, ‘yok bir şey’ diyip çekip gittiğimden utandım. Bir açıklama yapmayıp tanımadığı biri için yorulmasına sebep olduğum için utandım. Ona ‘yalnızca dolaşmaya çıktım’ diyerek rahatlattım onu. Benimle birlikte bir kişinin daha rahatsız olmasına gerek yoktu.  Fakat arkamdan koşup bana seslendiğinde, gördüğüm manzara aklıma kazındı silinmemecesine.. Oysa o bilmiyordu ben o an kayboluyordum. En yakınımın yokluğunda ve tanımadığım adamın varlığında kayboluyordum. Yürürken gözüm kapalıymış, bir korna sesiyle uyandım. Uyandığımda şuursuzca yürüyordum arabaların üzerine .. Ya da onlar bana doğru yol alıyordu son süratle.. Vücudumun her hücresi titriyordu otuz derece sıcağa rağmen. Yürümek ve daha çok yürümek istiyordum.. Sonsuza doğru yol almaktı niyetim. Derken…
Derken kendimi bir çay bahçesinde buldum. Huzurlu ve keyifli sohbetlerin paylaşıldığı bir yeşillikte huzursuzluğu arıyordum. Sigarayı köklüyordum acısını hissedeyim diye.. Ve bir sade Türk kahvesi istedim hayatın tatsızlığına eşdeğer. Duyduğum kahkahalar canavarlar işe dolu bir evrene düştüğüm hissini uyandırıyordu. ‘susun’ diye bağırmak istiyordum. ‘Susun!’ Ya da sessizce fark edilmek istiyordum. ‘Zavallı’ diye nitelendirdiğim konuşmalara dahil olmak için göz bebeklerine bakıyordum. Fakat kimse fark etmiyordu. Bir ruhtum sanki sessizce yaşayan.
Olmuyordu. Burada da olmamıştı. Tüm sorgulamalarımdan vazgeçmeyi, o acınası sohbetlere dahil edilmeyi delice isterken, bildiğim bütün kelimeler, cümleler, sorular ve aptal yanıtları beynime üşüşüyordu. Dayanamadım, kalktım. Gitmek istediğim bir yer yoktu fakat orada kalmak da istemiyordum. Diğer tüm insanlar gibi çok işim varmışçasına yürümeye başladım. Ve boş kalmasın diye ellerim yürürken, bir kitapla bir kalem taşıdım. Korkmuyordum hiç kimseden ve hiçbir şeyden. Kirlenmek dışında… Kirlenmiştim ve etrafımdakileri de kirletmiştim. Tüm hücrelerim titremeye devam ediyordu. O kadar korkuyordum ki kirlenmişlikten… Tek başıma kalamayacak kadar.. Tanımadığım bir adamla konuşamayacak kadar.. Konuşursam çünkü altında bir şey olurdu. O kadar kirlenmiştim ki tertemiz sohbet etmeyi unutuvermiştim. Daha hızlı yürümek istiyordum ve daha hızlı. Bir an dursam yer ayağımın altından kayıverecekti. Bir an dursam her şey yok olacak gibiydi. Hayatta en korktuğum şey kirlenmekti oysa ki.. Yürüdüm. Yürüdüm…
Fark ettiğimde çok tanıdık olduğum fakat hiç tanımadığım birinin yanındaydım. Onun yüzü iyi gelirdi bana. Ve bir de ‘neyin var’ demesi, ‘iyiyim ben’ deyişimi kulak arkası edişi. Ellerim titriyordu, kirlenmiştim… Kim temizleyecekti beni? Ya da ne? Veyahut nasıl? Kendime yetemeyecek kadar yalnızlaşmıştım ve işin garibi bu yalnızlık hoşuma gidiyordu. Ve bir şarkı çalıyordu… ‘ömrümce hep adım adım, her yerde seni…’ Nefesim sıkıştı bir an, bacaklarım güçsüzleşti. Hissediyordum. Rakı iyi geliyordu. Rakı yudum yudum bana geliyordu. Soğuktan değildi bu ürpermeler, iyi biliyordum Ama sorsalar neyi bildiğimi ben de bilmiyordum.. Hoş, soracak kimsem de yoktu zaten. Tanımadıklarımdan başka…
Bu defa huzuru bulmuş gibiydim, sanat müziğinin tınısında.. Ve tanımadığım o adamda. Hiç konuşmadan anlayabilecekler olmalıydı etrafımda. Tek kelime etmeden beni hissedenler. Sessizliği hiç sorun etmediğim… Çarşafın altındaki bezelye tanesini mesele etmediğim…
 Nasıl göründüğüm hiç umrumda değildi, muhtemelen sokak paçavrası gibi görünüyordum fakat. Giyim ve makyaja gereğinden fazla önem verecek kadar kirlenmiştim de. Bilmeden yorum yapacak kadar cesur tavırlarım vardı, gereksiz. Kendime yalanlar söylüyordum. Prensiplerim olduğunu, onları hiçbir şeye değişmeyeceğimi dikte edip duruyordum. Ayakta kalmam için lazım olanlarla gerçekten yaşamam için lazım olanlar arasında uçurum vardı. Bense o uçurumda sıkışıp kalmıştım. Hatta yalnızca ayakta kalmam için lazım olanlara tutunacak kadar ucuzlamıştım. İçimden geldiğinde sarılamaz olmuşken, ‘gerektiğinde’ içtenmişçesine sarılabiliyordum. Ve sonra… Sonra sarılmak benim için çok özeldir diye atıp tutuyordum Ve şarkı bitti… Çalan neydi?
-Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un…

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

yeniden baslat